Han Solo: Bir Star Wars Hikayesi İncelemesi

Evet, artık her sene olduğu gibi bu sene de bir Star Wars filmi daha tarihteki yerini aldı. Solo: A Star Wars Story, Revenge of The Sith ve A New Hope filmleri arasında geçen o dolu dolu 20 yılın küçük bir kesitini daha bize sundu. Üstelik tarihin en ikonik karakterlerinden biri olan Han Solo’nun orijinal hikayesiyle…

Baştan uyarmak istiyorum, filmi izlemediyseniz bu inceleme sizin için spoiler niteliği taşımaktadır.

Corellia gezegeninde genç yaştan beri varoluş mücadelesi veren bir gencin hayatına bakıyoruz. Yasa dışı işlere her ne kadar karışmış olsa da hala tecrübe bakımında bolca eksik bir Han görüyoruz. Alden’in oyunculuğunu beğenmeyen var mı bilmiyorum zira tarihteki en ikonik karakterlerden birine hayat vermeye çalışıyorsun ve bu zaten yeterince zor ama Alden gerek mimikleri, gerek diyalogların aktarımında benim yüzümü güldürmeye yetti. Film sırasında bazen daldığım, filmden koptuğum anlar oldu nedeni ise aklımın sürekli Harrison Ford’un Han’ına gitmesiydi. O esnada kendime şunu dedim; “Sen, A New Hope’tan 10 yıl önce yaşayan Han’ı görüyorsun. Daha az acı çeken, daha az ihanete uğrayan, daha az blasterını ateşleyen Han’ı…”.

Filmin ilk sahnesinden son sahnesine kadar orjinal üçlemedeki Han’ın karakteristik özelliklerine çokça vurgular yapılmış. Han Solo diyince aklınıza ne geliyor bilmiyorum ama benim aklıma her işin içinden bir şekilde çıkmayı başarabilen, başına buyruk ama özünde iyi bir karaktere sahip biri canlanıyor. Filmin ilk sahnesinde yine bir klasik olan kovalamacayı görüyoruz. Han kaçıyor, birileri kovalıyor… Anladığımız kadarıyla Han, Lady Proxima’ya bağlı bir yeraltı örgütünün temsilcisi olarak takas yapmaya gittiği diğer yeraltı örgütü tarafından tabiri caizse tufana getiriliyor böylelikle hem kredileri kaybediyor hem de Koaksiyum‘u.  Qi’ra’yı ilk gördüğümüz sahnede Han ile öpüşmesini önce bir yadırgadım. Nedeni ise yukarıda bahsettiğim olay aslında. Orijinal Han böyle yapmaz dedim kendi kendime. Sevgisini abartılı biçimde gösteremez. Ama bunun ANH’tan 10 sene önceki Han olduğunu anımsayınca olayı kabullendim. İlk klasik Han’ı gördüğüm ve ilk sırıtmanın olduğu sahnede bunun hemen ardından geldi. Han, Qi’ra ile birlikte uğruna çalıştığı Lady Proxima’ya hesap vermeye gittiğinde tıpkı bölüm 4’te Greedo’ya, Jabba’ya ve The Force Awakens’ta Kanjiklub ve Guavian Death Gang’e yaptığı gibi yine o mağrur gülüşü, karşısındaki insanı tetikleyen dili ve tüm kurnazlığıyla işin içinden sıyrılmaya çalıştı. İşte hayranların Han Solo’dan beklediği şeylerden biri de bu. Hakkını vermek gerek Alden’ı iyi bir Han yapmışlar.

Hayaller

Han’ın çocukluk aşkı olan Qi’ra ile ortak bir hayali var: Corellia’dan kaçıp İmparatorluk kontrolü altında olmayan herhangi bir bölgede beraber yaşamak. Hesap verdikleri Lady Proxima’nın elemanları tarafından kovalanırken kendilerini İmparatorluğun sınır noktasında buluyorlar. Zaten halihazırda ellerinde bulundurdukları Koaksiyumla bir Imperial Officer’a rüşvet vererek kapıdan çıkmayı düşünüyorlardı. Düşündükleri gibi oldu, kadın Officer rüşveti kabul etti kapıyı hemen açtı. Ardından Han kapıdan geçti fakat tam Qi’ra’da geçerken, Lady Proxima’nın adamları tarafından yakalanıyor ve tam bu esnada asıl filmin şimdi başladığını anlıyorsunuz.

İmparatoruk Uçuş Akademisi

Han hem içinde pilotluk aşkı olduğu için hem Qi’ra’yı kurtaracağına yemin ettiği hem de o esnada Stormtrooper’lar tarafından aranıldığı için İmparatorluk Uçuş Akademisinin başvuru merkezini görüyor ve oraya gidip pilot olmak için başvuruyor. Bu sahne bence 1977’den beri gelişen bu evrenin en can alıcı noktalarından biriydi. Görevli Officer Han’ı kayıt ederken soyadını sorduğunda Han’ın soyadının olmadığını öğrendiği ve tırnak içinde Han’ı yalnız kurt olarak nitelendirdiği için ona “SOLO” soyadını veriyor. Yani böylelikle efsanenin doğuşuna tanıklık etmiş oluyoruz…

Cephe

3 sene geçiyor ve Han’ı bir savaş cephesinde görüyoruz. Herhalde tüm Star Wars filmlerini baz alacak olursak sanırım en iyi kara savaşı atmosferini yaratan sahne buydu. Hatta öyle ki bana direkt olarak herhangi bir İkinci Dünya Savaşı cephesini anımsattı. Han burada da başına buyruk ve emirleri sorgulayan bir kişilik olduğunu bizlere bir kez daha gösteriyor. Film bu durumu çok iyi işlemiş. Han gerçekten de sırf asilik olsun diye değil kendi yapısı ve kimliğinden ötürü emirleri ve her şeyi sorgulayan bir karakter.

Yol Arkadaşı

Han burada Beckett ve tayfasıyla karşılaşıyor. Beckett, Val ve Rio yasa dışı işlerle (soygun, kaçakçılık, savaş ganimeti ele geçirme) uğraşan bir ekip. Savaşta olma amaçları da zaten yine ne varsa ele geçirip kar etmek. Han’ın Beckett’a katılmak istiyor fakat Tobias Beckett ve ekibi Han’ı yanlarına almak istemiyor, Beckett askerlere Han’ın kaçmak istediğini söylüyor ve askerler Han’ı üstü demirle kapalı içinde “canavar” olarak nitelendirdikleri canlıya yem olarak bir çukura atıyorlar. Çukur içinde bir Wookie edasıyla bağıran saldırgan biri geliyor. Bu noktada Star Wars tarihindeki en önemli olaylardan biri gerçekleşiyor. Han yoldaşı, dostu ve co-pilotu olan Chewbacca ile tanışıyor. Açıkçası bu sahnenin biraz daha epik olmasını beklerdim fakat filmin genel tonu zaten buna müsaade etmezdi. Bu sahnede Han’ı ilk kez Wookiece konuşurken görüyoruz. Han’ın kurnaz fikri saldırgan Wookie’yi ikna ediyor ve oradan birlikte kaçıyorlar.

Bir Şans Daha

Han her zaman kendini gerçekleştirebileceği ve hayallerine ulaşabileceği bir fırsat arayan bir adam. Haliyle Tabias Beckket ve tayfasını bir İmparatorluk kargosundan koaksiyum çalmak için hazırlandığını öğrenince onlara katılıyor. Bu sahnelerde Enfys Nest ile tanışıyoruz. Sözde yağmacı korsan bir grup olarak tanıtılsa da aslında filmin ilerleyen sahnelerinde asıl amacı mazlumları savunmak olan bir örgüt olduğunu görüyoruz. Enyfs Nest karakteri screen time’ı çok uzun olmasa bile sequellerdeki çoğu karakterden daha iyi işlenmiş. Direkt olarak amacını belli eden bir karakter olmuş. Şunu da belirtmek isterim tahminimce Enfys Nest’ ileri ki zamanlarda yine kullanacaklar. Artık filmde mi olur, live-action seride mi olur onu bilmiyorum.

Soygun

Tren soygunu esnasında Val ve Rio’yu kaybediyoruz ama seyirci bu kayıpları izlerken herhangi bir duygu yaşamamıştır diye tahmin ediyorum. Karakterler pek iyi işlenmemiş demek istemiyorum çünkü zaten amaçları da bu değildi. Asıl amaçları Beckett’ın Han’a mentorluk yapması için bir bahane yaratmaktı. Yani Val ve Rio’nun ölümü Han’ı Beckett ile yakınlaştırdı. Tren soygunu da Beckett’ın deyimiyle “Han’ın korkaklığı” yüzünden başarısız oldu.

Her kaçakçının olduğu gibi Beckett’in da hesap verdiği birileri vardı: Dryden Voss. Şimdi bu gangster abimiz bence tatmin edici bir karakter. Fakat sormak istediğim soru şu: Sinemada artık yarı psikopat ve ani duygu değişimi yaşayan mafya karakterlerden sıkılmadık mı? Dryden da bunlardan farklı değil. Qi’ra ile olan ilişkisi hariç ana hikayeye katkısı bulunan bir karakter değil.

Han, Qi’ra ile Dryden’ın gemisinde 3 yıl aradan sonra tekrar karşılaşıyor. Bu sahnede oyunculukları çok iyi buldum çünkü diyaloglara gerek kalmadan ikisinin de yıllar içinde nasıl bir değişip yaşadığını veya yaşamadığını gösteriyor. Han’ın Qi’raya sarılması, gözlerinin parıldaması -zaten her şeyi onun için yaptığını hesaba katmasak bile- ona olan sevgisini hala ilk günkü kadar koruduğunu belli ediyor. Emilia‘da mimiklerini kullanmayı pek beceremese de ilk gördüğümüzde onun yıllar içinde büyük bir değişim yaşadığını ve artık eskisi gibi olmadığını anlayabiliyoruz.

Telafi

Dryden’a borcunu ödemek için yola çıkan Beckett, Han ve Chewie yanlarına bir de Dryden’ın isteği (emri) üzerine Qi’rayı alırlar. Amaçları Kessel’a gidip Koaksiyum ele geçirmek. Sıkı Star Wars hanları kendilerine Kessel denince hemen akıllarına gelen Han Solo’nun Kessel Run’ı 12 parsekte yapması gelir. A New Hope’ta ve The Force Awakens’ta bahsi geçen Kessel Run’ı bu filmde göreceğimiz aşikardı.  Bunu yapmak için tek bir şeye ihtiyaçları vardı: hızlı bir gemi

Milennium Falcon’un Dönüşü

Qi’ra civardaki en hızlı gemiyi ve en iyi kaçakçıyı tanıyordu. Bu kişi tahmin edeceğiniz üzere Lando Calrissian! Karizmatik, kibirli, hep 3 adım sonrasını düşünen Lando. Donald Glover, sesi dahi her şeyiyle harika bir Lando performansı ortaya koymuş. Dış görünüş itibariyle benzemesinin dışında Donald özellikle ilk sahnesinde Sabacc oynarken ki tavırları ve özellikle jestleriyle bizi karaktere direkt bağlıyor. İlk başta onu zaten tam olarak görmek istediğimiz yerde Sabacc masasının başında görüyoruz.

Bildiğimiz üzere Han’ın deyişiyle “Onu (Falcon’u) senden adil bir sabacc oyunuyla aldım.”. Han’ın falconu himayesine alışının bu şekilde olduğunu biliyoruz. Lando’nun karşısına bir rakip olarak geldiğinde hepimiz bu sahnenin gerçekleşeceğini sanmıştık ki oyunu Lando hileyle kazandı. İyi ki de hileyle kazandı. Tam Lando’luk bir hareket. Düşünsenize sırf eli Han’dan iyi olduğu için kazansa havada kalan ve karakterle bağı olmayan bir an olurdu ama o küçücük kumar hilesi sinemada bize “Ha ha ha, Lando’dan da bu beklenirdi.” dedirtti.

Yaşasın Droid Hakları!

Landonun yanında bu sahnelerde bir de şimdiden herkesin en favori karakterlerinden biri haline gelen L3-37 ile tanışıyoruz. Kısaca L3, neredeyse organik bir canlı gibi bilinci olan ve sosyal konulara duyarlı bir droid. Evet doğru duydunuz. Sosyal konular… Nasıl mı? Droid haklarını savunan, her türlü esarete ve dominasyona karşı çıkan bir karakter L3. Bana biraz yeni Star Wars’ın yani Disney Star Wars’ının bir yansıması olarak geldi doğrusu. Hatta Kathleen Kennedy bu rolü oynasa kimsenin itirazı olmazdı herhalde. Gerek kadın olması, gerek “duyarlı” olması bizi böyle düşünmeye yönlendiriyor haliyle.

L3 belki de serideki en başına buyruk droid. Kessel’da bir isyan başlatıyor L3 zaten çıkan kargaşa sırasında da ölüyor. Filmden önce herkesin garibine giden olay şu: filmden önce Lando’nun panseksüel olduğunun açıklanması. Daha sonra bu filmde L3’ye olan sevgisini gördüğümüzde bu açıklama bir temele oturmuş oluyor. Peki asıl soru böyle bir olaya gerek var mıydı? Droidine sevgi göstermesi, onu umursaması ve sıkı dost olması bize yeter de artardı zaten. Seksüeliteye gerek yoktu pek diyor ve bu bahsi kapatıyorum.

Beckett bu filmin ana temasını aslında filmin ortalarında kurduğu bir cümleyle belirtiyor: “Herkesin sana ihanet edeceğini varsay; böylelikle hayal kırıklığına uğramazsın.” diyor Beckett abi. Filmin sonlarına doğru ortalık çorbaya dönüyor zaten. Kim kime ihanet ediyor belli değil. Koaksiyumu Dryden’a teslim etmeye gittiklerinde onları Enfys Nest tayfası karşılıyor.

Bu esnada onların gerçek amacını öğreniyoruz ama burada asıl önemli olan şey Han’ın nasıl bir karakter olduğunu görmemiz. Han kötü gözükmeye çalışan iyi bir karakter. Qi’ra ile olan bir sahnelerinde de Qi’ra ısrarla onun iyi bir adam olduğunu söylemesine rağmen Han aksini iddia ediyordu. Enfys Nest’ın koaksiyumların ne için kullanılacağını ve galaksiye ve onun masum halkına zarar getireceğini öğrendikten sonra ne alacağı parayı, ne kendi güvenliğini düşünmeyip doğru olanı yapmak için harekete geçiyor.

Hesaplaşma

Han ve Chewie’den sözde ayrılan Tobias Beckett, Han’ı Tattoine’de bekleyeceğini söyleyip oradan uzaklaşıyor. Koaksiyum’ları Dryden Voss‘a götürme işi Qi’ra, Han ve Chewie’ye kalıyor. Voss’un ofisinde koaksiyumları incelerken Nest getirdikleri koaksiyumların sahte olduğunu iddia etti. Sonrasında Beckett’in geri geliyor ve Han Solo’yu ihbar ettiğini öğreniyoruz. Koaksiyumları Enfys Nest’e verme planı da su yüzüne çıkmış oluyor. Han her insanın tahmin edilebilir olduğunu söylüyor ve Beckett’in asıl planını anlamış oluyor. Beckett, Voss’un adamlarını bir bir indiriyor. Chewie’yi yanında koz alarak koaksiyumları da alan Beckett, gemiden derhal kaçıyor. Sonrasında tahmin edilebileceği üzere ortam kargaşaya dönüşüyor. Tarafını belli etmeyen Qi’ra bir masa ardına saklanıyor ve Han ile Voss’un kavgasını seyrediyor. Kavga sonunda eline kılıcı alan Qi’ra, Han’ı yere indiriyor. Sinsi planını belli ettirmeyen Qi’ra ani hareketle Voss’a saldırıyor ve ufak kavga sahnesi sonrasında Qi’ra Voss’u öldürüyor. Artık Qi’ra ile yeniden birleştiğini düşünen Han kaçmaya davet ediyor. Ufak bir işi olduğunu söyleyen ve sonradan geleceğini söyleyen Qi’ra, Han’ı gönderiyor.

Gerçek Patronun Ortaya Çıkışı

Voss’un parmağından çetenin yüzüğünü alan Qi’ra, hologram terminaline gidiyor ve bir konuşma başlatıyor. Çatallı ve kısık sesle konuşan arkası dönük, pelerin giyen biri ile karşılaşıyoruz. Voss’un öldüğünü söyleyen Qi’ra durumları çarpıtarak büyük patrona hesap veriyor. Sonrasında konuşma devam ederken kamera, hologram görüntünün önüne gidiyor. Hala yüzünü göremediğimiz büyük patronun sesini bir yerlerden tanıdığımı fark ettim. Bir kaç saniye sonra büyük patron kapşonu kaldırıyor ve sarı gözlü, kırmızı ten üzerine siyah dövmeli -Ray Park tarafından canlandırıldı, Sam Witwer tarafından da seslendirildi- Darth Maul’u görüyoruz! Bu esnada kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. Maul’un sahnesi boyunca heyecandan koltuğumda duramadım. Film boyunca beklemeye değer bir sahneydi bence. Bu camoe ihtimalini sizlere günler öncesinden aşağıdaki haberimde belirtmiştim;

Han Solo Cameo Sürprizi